SABRİ BEY AMCA

 Gecenin ayazı kamyonun hızıyla iyice arttı. Rüzgar, rüzgar olmaktan çıktı sanki; bir kamçı gibi yanaklarımızı haşlayıp geçiyor. Annemle babam şoför mahallinde kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlar. Biz iki kardeş, kasanın ön tarafında iyice büzüştük. Hani kolayını bulsak, insan olmaktan çıkıp, bir yastık, bir yorgan da biz olacağız.

               Homur homur öten kamyon sanki hiç gitmiyor! Kaç saattir beşik gibi sallanıp duruyoruz. Sırtımızın, kıçımızın, başımızın ağrısı… Ah, bu rüzgar, hiç biriyle uğraşacak halde değiliz. Ara sıra gözümüze takılan ağaçlar da bizden uzaklaşmasa, kamyonun boşuna homurdandığına iyice inandıracağım kendimi.

-Daha çok var mı, abi?
-Var galiba.
-Ne zaman varırız?
-Ne bileyim, ben.

Artık iyice inandım, ne bu rüzgarın, ne de bu yolculuğun biteceği yok. Ah uykum ah, kim bilir nerelerde dolaşmaktasın? İçim zangır zangır titriyor, seninse geleceğin yok! Yorgana daha fazla sarılıyorum, daha fazla büzüşüyorum. Ağabeyimin eli omuzlarımda; kamyonun sarsıntısı azalırken, motor sesi kulaklarımdan uzaklaşıyor sanki.

Bir odada, yatağın içinde açıyorum gözlerimi, etrafa bakıyorum, perdesiz bir pencereden ışık doluyor odaya. Yavaş yavaş anlıyorum ki, burası bizim yeni evimiz. Sırtında yorganla annem giriyor içeriye, diğer yatakların üzerine bırakıyor onu.

-Geldik mi anne? diyorum.
-Geldik yavrum, geldik.
-Abim nerde?
-Bahçede.

Fırlıyorum yataktan.

Kapıyı açtığımda gözüme ilk çarpan bir ağaç oluyor. Daha önce hiç görmediğim bir ağaç bu. Anneme sesleniyorum.

-Anne bu ne ağacıymış?
-Vişne, dedi buban.

Vişne ağacını ilk kez o köyde, o evde, o sabah gördüm ben.

Bahçenin alt tarafında ağabeyim ve üç çocuk konuşuyorlardı. Beni gören ağabeyim yanına gelmem için seslendi.

-Bak, bunlar üç ev ötede oturuyorlarmış. Baki, Bülent ve Levent. Bu da benim kardeşim Çetin.
-Sen okula gidiyon mu? Dedi, Bülent.
-Gidecem.
-Ben de gidecem.
-Ben gidiyom, dedi ağabeyim.
-Ben de gidiyom, dedi Baki.

Yeni bir yaşamın bizi beklediği bu köyde, ilk günümüz böyle başlamıştı.

Günler geçiyor, vişne ağacı çiçek açıyor, ben de okula yazılıyordum. Artık evimizin kocaman bahçesi bize dar geliyordu. Büyümüş müydük ne? Bakilerin evden başka mahallenin bütün evlerini ezberlediğimiz gibi köyün altını üstüne getirmeye başlamıştık. Hatta köy bile bize yetmez olmuştu da, yakındaki bağlara, bahçelere gezmeye gittiğimiz bile oluyordu. Köyümüz ne güzeldi .

Bakilerde oynuyorduk. Onların bahçelerinin bir yanında saman balyaları vardı. Onların üzerine çıkmak, orada güreşmek, oradan atlamak çocukluğumuzun en zevkli yanlarıydı. Sırayla atlarken, Levet seslendi

-Abi, gelin.
-N’oldu, ne var?
-Sabri Bey Amca geldi.
-Koşun,dedi Bülent.

Koştuk.
Saçları arkaya taranmış, takım elbise içinde, gayet şık, orta yaşlı bir beyefendi, elinde bir kutu ile dairenin kapısında duruyordu.. Önce Baki gitti.

-Hoş geldin Sabri Bey Amca, deyip elini öptü.
-Hoş bulduk yavrum, deyen Sabri Bey Amca elindeki kutuyu Baki’ye doğru uzattı ve alması için işaret etti. Baki bir tane alıp kenara çekildi.
-Hoş geldin Sabri Bey Amca.
-Hoş bulduk yavrum.
Sıra Levet’e gelmişti.
-Hoş geldin Sabri Bey Amca.
-Hoş bulduk yavrum.

Levent de Sabri Bey Amca’nın elini öptü, kutudan bir tane aldı ve kenara çekildi. Biz iki kardeş öyle dikilip duruyorduk.

-Siz elimi öpmeyecek misiniz? Dedi,Sabri Bey Amca.
-Hoş geldin Sabri Bey Amca, dedi ağabeyim.
-Hoş bulduk yavrum.

Ağabeyim ne yapacağını bilemiyordu. Bir Sabri Bey Amca’ya, bir kutuya bakıyordu.

-Alsana yavrum, dedi Sabri Bey Amca.

Ağabeyim de kutudan bir tane aldı. Sıra bana gelmişti.

Tahtaya koşan bir öğrenci gibi koştum.

-Hoş geldin Sabri Bey Amca.
-Hoş bulduk yavrum.

Sabri Bey Amcanın elini öyle içten gelerek öptüm ki, hani mümkün olsa belki de hiç bırakmayacaktım. Başımı kaldırdım. Kutu bana uzatılmıştı. Büyük bir merakla içinden bir tane aldım. Şimdi avucumun içinde renkli kağıda sarılı dikdörtgen şeklinde bir şey vardı!
İşim bitmişti.Ben alacağımı almıştım. Son kez Sabri Bey Amcaya bakıp gülümsedim. Onun da gözlerinin içi gülüyordu. Sonra hep beraber saman balyalarına doğru koştuk.

Herkes elindekini soyuyordu. Cicili bicili kağıtları yırtıp atınca, elimizde ince lastik gibi bir şey kaldı. Biz ağabeyimle birbirimize bakarken, Baki ve kardeşleri çoktan ağızlarına atmışlardı o bilmediğimiz şeyleri.

-Bunlar ne? Dedi ağabeyim.
-Ciklet, dedi Baki.
-Ciklet ne be,dedim.
-Çiğniyorsun işte, dedi Bülent. İşte böyle, bak.

Ağzımdaki o şeker tadı, o aroma, o tebessüm, o beyefendi duruş… Aman Allahım, o küçücük köyde ne çok şey, tanımış, ne çok şey öğrenmiştim.

Daha sonra Sabri Bey Amcanın geliş günlerini ezberlemiş, hacı bekler gibi bekler olmuştuk.

Günler geçti.

Bizler büyüdük.

           Ağabeyim ilkokulu bitirdi ve biz ilçeye taşındık. Bir daha Sabri Bey Amcayı hiç göremedim. Ama ne zaman ağzıma bir ciklet atsam, işte o günler, o beyefendi duruş gözümün önünde canlanıverir de birden ta o günlere, o el öpmelere ne kadar özlem duyduğumu fark ederim.

           Sabri Bey Amca, benim çocukluğumun bir idoluymuş. Bunu yıllar sora anladım. O bize sadece ciklet ve şeker vermemiş. Aslında bize bir kişilik vermeye çalışmış. Çok da başarılı olmuş. O saman balyaları üzerinde güreşip hoplayan çocukların içinden, öğretmenlerin, subayların çıkmasını başka nasıl izah edebilirim. O beyefendi duruş bizi etkilemese ciklet ve şekerlerin ne önemi kalırdı?

03.12.2007 Eskişehir

Yorum bırakın